Sulak alanlar ne işe yarar? Çoğumuz sulak alanların birer cennet olduğunu biliyor peki gerçek değerini biliyor muyuz? Mesela; Tropik ormanlardan sonra biyolojik çeşitliliğin en yüksek olduğu alanlardır.
Sulak alan, tabi-suni, devamlı-geçici, durgun akıntılı, tatlı-acı-tuzlu, gelgit ile 6m geçmeyen deniz bölgeleri, bataklık, sazlık, ıslak çayırlık ve turbalık olan alanlardır. Canlıların beslenme, üreme ve barınma ihtiyaçlarını sağladığı gibi ülke ekonomisine katkıda bulunur. Sulak alanlara sahip çıkarak sürekli dilimizden düşürmediğimiz biyolojik çeşitlilik ve doğal dengeyi koruruz. Ancak sulak alanların üzerinde birçok tehdit bulunmaktadır. Bu tehditler iklim krizi ile daha da şiddetlenmekte ve sulak alanlarımızı daha hızlı kaybetmekteyiz. Sulak alanları korumak istiyorsak ilk olarak sulak alanlarımızın ne işe yaradığını bilmeliyiz. Çünkü bilmeden koruyamayız.
Sulak alanların en büyük rolü bulundukları bölgenin su rejimini sağlamalarıdır. Bunu yeraltı suyu deşarjı, taşkın kontrolü, taban suyunun dengelenmesi ve tuzlu su girişinin önlenmesi gibi rollerle gerçekleştirir.
Yer altında akifer tabakasında su depolanmasını sağlarlar. Bu sular rezerv ya da kaynak görevi görür. Göl, bataklık, taşkın ovası ve turba gibi alanlardaki sular akifer tabakada depolanır. Akifer tabakada biriken bu sular kaynakların düzenli akışını sağlar ve başka sulak alanların kaynak suyunu oluşturur. Bizler içme sularımızı ve tarım sulamalarımızın çoğunu akifer tabakasından sağlıyoruz.
Aşırı yağışlarda toprak tarafından emilemeyen fazla su sulak alanlarda depolanır. Depolanan sular yavaş ve düzenli olarak çevreye bırakılır. Bu sayede taşkınların oluşması önlenir. Bu durumda eğer bir alanda doğal bitki örtüsü ve sulak alan korunursa sel felaketi az görülür. Nehir ve kaynak suları yıl boyunca düzenli akar.
Sulak alanlar sayesinde taban suyu sürekli olarak belirli seviyededir. Özellikle yazları kurak geçen karasal iklimler için sulak alanlar daha da önemlidir. Çünkü taban suyunu dengeledikleri için kurak geçen yaz aylarında çevredeki bitki örtüsüne su sağlar. Bitki örtüsünün bu tür iklimlerde diğer büyük bir rolü erozyonu önlemektir. Eğer bitki örtüsü yeterli su ile beslenemez ise kurur. Bölgede toprak tutunamaz ve erozyon riski artar. Örneğin kurutulan Amik Gölü çevresinde taban suyu düşmüş ve çölleşme, verim düşüşü olmuştur.
Denizin tuzlu olan suyu kıyıya yakın ve denize bağlı sulak alanların sağladığı tatlı su basıncı sayesinde iç kesimlere girmesini engeller. Eğer tuz iç kesime girerse tüm ekolojik denge bozulur. Yaban hayatı ve tarım alanları zarar görür. Deniz suyunun iç kesimlere girmesini sağlamak bu tür zararları meydana getirir. Bu vahim durum ile Boğaçay/Antalya’da karşılaştık.
Sulak alanlar bulundukları yörenin iklimini stabilize eder. Çevrennin nem oranını yükseltir bu sayede yağış ve sıcaklık artışı sağlar. Yağış ve sıcaklıkla iklim olumlu etkilenir. Bu sayede tarım ve doğal kaynaklara dayanan faaliyetlerde artış olur. Örneğin Van Gölü çevresinde iklimin daha ılık olması sayesinde meyve ve buğday yetiştirilebilir.
Su bitkilerinin tortuyu ve zehirli maddeleri arındırdığını biliyor musunuz? Su bitkileri cıva, potasyum, bakır, kalsiyum, kalay, manganez iyonlarını emerek sudaki bu zararlı maddeleri düzenler. Sazlıklar ise klorlu ve fenollü bileşikleri tehlikesiz hale getirir. Eskiden Mısır ve Sudan’da Nil nehrinden aldıkları çamurlu suyun içine saz koyup 1-2 gün beklerler ve berrak içme suyu elde ederlermiş.
Tabi ki büyük bir biyolojik çeşitliliğe sahip ekosistemleri oluştururlar. ABD’de nesli tehlike altında olan türlerin %43’ü ülke yüz ölçümünün sadece %5’ini oluşturan sulak alanlarda bulunuyor. Göç döneminde milyonlarca kuşa ev sahipliği yapıyorlar. Sadece su kuşları ve kıyı kuşları olarak düşünmeyin. Saz kuşları, yırtıcılar, ötücüler ve diğer hepsine kaynak oluşturuyor. Özellikle sert geçen kış aylarında sulak alan çevrelerinde birçok kuşun sığındığını görebilirsiniz.
Peki suyun ana yaşam alanı olan balıklar ne durumdadır? Bizler onları acı çekmeyen canlılar olarak düşünerek yavru, genç demeden avlıyoruz. Ama bu avlayarak tükettiğiniz balıkların %66’sı yaşamlarının tamamını ya da belirli bir süresini sulak alanlarda geçiriyor. Akdeniz’de bu oran %80’lere ulaşmaktadır. Onları hoyratça tüketenler onların ana yaşam alanlarını da hoyratça yok etmektedir. Balıklar için özellikle nehir ağızları, deltalar ve sahil dalyanları zengin besin kaynağı sağlar. Balıklar yumurtlamalarını, gelişmelerini ve yaşamlarını sulak alanların çeşitli noktalarında geçirirler.
Sulak alanların var olması tarımsal faaliyetlerinde varlığının devam etmesini sağlar. Çünkü su olmazsa tarımda olmaz. İklim ve diğer koşullar bozulur. Bu sulak alan çevresindeki ekonomik düşüşe neden olur. Antik çağlarda sulak alan ve çevrelerinin sürekli kullanılması bu alanların verimliliğinin yüksek olmasıdır. Ancak günümüzde bu bilgiye sahip olmamıza rağmen sulak alanları her geçen gün daha fazla kaybediyoruz.
Ülkemizde yaklaşık 1 milyon hektar alana sahip 250 civarında sulak alanımız var. Bunların 81’i uluslararası öneme sahip, 18 tanesi A sınıfı sulak alan. Peki onları ne kadar koruyoruz?
Sulak alanlar için karanlık zamanlar iklim değişikliği ile bizleri bekliyor. Ancak ülkemizde 1970’lerde birçok sulak alanı alınan kurutma kararları ile kendimiz, bilerek yok ettik. Amik, Avlan, Gavur, Emen, Simav… Tarım/yerleşim alanı açmak ve sıtma ile mücadele için kurutulan sulak alanlarımız çevresinde şu an tarımsal faaliyetler neredeyse yok oldu. Biyolojik çeşitlilik bitti. Elmalı/Antalya da bulunan Avlan Gölü’nün çevresinden kurutulmadan önce 1-2 metre derinlikten su çekilirken şimdi 40-50 metreden su çekilemiyor.
Sulak alanlarımızı kuruttuk, kirlettik, yabancı balık türleri bırakarak doğal türleri azalttık, sazlıkları yaktık ve avcılık ile zevk uğruna su kuşlarını öldürttük. Bunları hala yapmaya devam ediyoruz. Bunları yaparken bir gün bu yaptıklarımız bizi etkileyeceğini hep duyduk ancak önemsemedik. Gölde yaşayan elmabaş patka ördeğinin yaşam hakkını savunurken aslında tüm canlıların hakkını savunuyorduk. Şimdi iklim krizi etkisini arttırarak kendisini gösterdi. İklim krizi ile zararı bizlerde göreceğimizi anlamaya başladık. Bu zararda ilk olarak etkilenecek doğal kaynaklardan birisi ise yaşamın kaynağı olarak nitelendirilen su. Sıcaklığın artması ile buzlar eriyecek ve okyanus/deniz seviyeleri yükselecek. Ancak karasal kısımdaki sulak alanlar daha şiddetli kuruma ile karşı karşıya kalacaklar. Birçok sulak alanı kaybedeceğiz. 2011’de Avusturalya’da gerçekleşen sıcak hava dalgası ile mercan ölümleri, ağaç ölümleri, kuş nüfusunda azalma ve böcek artışı meydana geldi. Bu gösteriyor ki giderek bu tür durumlarla daha fazla karşılaşacağız. Yaşam alanları değişime uğrayacak. Orman yangınlarını, kuraklığı ve açlığı daha fazla duyacağız. 1ºC lik artış küresel olarak gayri safi yurt içi hasılanın 0,12 gerilemesine yol açacak. 3,7 ºC lik artış ise 551 trilyon dolarlık bir hasar meydana getirecek. Bu bize gösteriyor ki doğayı ne kadar korursak insan refahını da o kadar koruyabiliriz. Yaban hayatı ile insanı bir noktada buluşturmalıyız. Yalnız bunu yaparken doğayı değil biz insanlar alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz. 1992-2015 yılları arasında kara kütlesinin %22’si insan tarafından değiştirildi. Bu kadar kısa bir zamanda yaptığımız bu değişikliklere dur demeliyiz. Yoksa gelecekte sulak alanlarımız başta olmak üzere tüm doğal kaynaklar yok olmaya devam edecek.